AK PARTİ'DE LİDER SORUNU MU VAR , BİR YAZARA REDDİYE
Değerli okurlar, Hangi kurum ya da siyasal parti olursa olsun; karizmatik ve kitleleri peşinden sürükleyen bir liderden ya da başkandan sonra, bir kurum ya da siyasal partinin başkanlığını yapmak ve orada kalıcı olmak zordur vesselam. Hele hele bizim gibi lidere ve kişiye endeksli kurumsallaşamamış ya da kurumsallığını tamamlayamamış yapılar için karizmatik liderden sonra kurum ya da siyasal partinin başına geçmek ve orada kitleleri ayakta ve bir arada tutabilmek zordur.
Nitekim Demirel sonrası DYP'nin dağılması, Özal sonrası Anavatan Partisi'nin dağılması, verilebilecek örneklerin en müşahhas olanlarındandır. Partilerdeki liderlik sorunu siyasette eskilerin "kattı rical" dedikleri adam kıtlığından mı yoksa , siyasal parti liderlerinin ikinci adam yetiştirmemesinden mi kaynaklanmakta orası bambaşka bir konu.
Türk Siyasal hayatında karizmatik bir liderden sonra gelenler hep tartışılmış ve akıbetlerinin ne olacağı, yerine geldikleri liderin özelliklerine göre değerlendirilmiştir. Özal ile Yılmaz mukayese edilmiş, Demirel ile Çiller karşılaştırılmıştır.Türkeş ile Bahçeli karşılaştırıldığı gibi.Bu karşılaştırılmalardan Sayın Davutoğlu'da haliyle nasibini aldı . Nasıl almasın ki!
Gerçekten de , bir siyasetçinin bulunabileceği her kademeden geçerek ve geçtiği her güzergahtan belli bir tecrübe edinerek adım adım yükselen bir lider ve en önemlisi de Allah vergisi bir hitabet de büyük tecrübelere eklenince ortaya son yüzyılın nadir yetişen bir siyasetçisi çıkıverdi; Sayın Erdoğan. Kitlelerle muazzam bir gönül dili oluşturdu. Seveni çok olduğu gibi düşmanı da bir hayli olan bir siyasi liderdi. Kısaca tabandan gelmiş ve siyasete dair çok büyük tecrübeler elde edinmişti. Halkıyla büyük bir gönül bağı kurdu. Elbette bu kadar sevilmesinin ve halkıyla arasındaki gönül bağının nedenleri sadece tabandan gelmesi ve hitabetiyle açıklanacak hususlar değildi. Bunlar önemliydi ama bunlardan çok daha önemli olanları vardı.
Evet, Sayın Erdoğan bu topraklara ait olan bir beden dili ve ruhu ile kitlelere ulaşıyordu; onlarla iletişim kuruyordu. Kendisi bu topraklara ve kültürümüze ait hangi özellikler varsa oların izini üzerinde taşıyordu. Ezilmiş ve horlanmış ikinci sınıf Türk vatandaşlarının umudu olması da bu yüzdendi. Sadece Türkiye sınırları içinde değil, yurt dışında da muazzam bir gönül bağı kurduğu kitleler vardı.
Elbette ki Sayın Erdoğan sonrası Ak parti de Genel Başkanlık ve Ülkeye Başbakanlık yapmak çok kolay olmayacaktı.
Nitekim, 7 haziran seçim sonuçları sonrası hem Ak parti tabanında hem de yazılı ve sözlü görsel medyada Erdoğan özlemi dillendirilmeye ve bu iş Erdoğansız olmayacak söylemleri dile getirilmeye başlandı. Nitekim benim de sevdiğim geçmiş dönemlerde kitaplarını okuduğum ve aynı zamanda bir gazetede yazarlık yapan Sayın Yavuz Bahadıroğlu 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında yazdığı bir yazısının başlığına " Tayyip Erdoğansız Ak Parti tutmadı" başlığını koydu.
Gazeteci yazar Bahadıroğlu, seçim sonuçlarını ve seçmenin verdiği mesajları yorumlarken seçmenin " partide yaptığın değişiklikleri beğenmedim, Tayyip Bey'den sonra Davutoğlu'nu benimseyemedim,... görüşüne yer vermiş.
Gerçekten de öyle mi, Ak Parti tabanı Davutoğlu'nu benimseyemedi mi ? Bu iş Tayyip Bey'siz olmuyor mu?
Biz Sayın Erdoğan hakkındaki görüşlerimizi daha önceki yazılarımızda dile getirdiğimiz gibi, yukarıda da kısaca değindik; nasıl bir kişilik ve lider olduğuna dair. Ancak "Tayyip Bey'siz olmuyor, taban Davutoğlunu benimseyemedi" diyen Ak parti tabanındaki bazı dar görüşlüler ve yazar Bahadıroğlu hem Tayyip Bey'e ve hem de Sayın Davutoğluna haksızlık yapmaktadırlar. Nasıl mı?
Adalet partisi ve Anavatan Partisinin erime sürecine giriş sebeplerine baktığımızda 1969 kongresinde Demirel, Adalet Partisinden milliyetçi ve muhafazakar kanadı tasfiye etmiş, rahmetli Özal da gelmiş geçmiş en çapsız başbakanlardan olan bir kumar masasında burnu kırıldığı iddia edilen ve aynı zamanda Aydın Doğan'ın pijamayla kendisini karşıladığı Mesut YILMAZI ( M. Yılmazın bu durma tepki vermemesi manidardır) ANAp'ın başına getirmiştir.YILMAZ'IN ANAPIN başına geçmesiyle, Hasan Celal Güzel ve onun gibi muhafazakar kesim küstürülmüştür. Sayın Özal'ın en büyük hatasıdır Anap'ın başına Yılmazı getirmesi. Nitekim kendisi de " benim en büyük hatam Yılmazı partinin başına getirmektir " diye itiraf edecektir. Zannedersem eşi Semra ÖZAL'ın hatırından çıkamadı.
Peki, Sayın ERDOĞAN ne yaptı? Geçmiş dönem liderleri Demirel ve Özal'ın düştüğü hataya düştü mü ya da aynı yol mu izledi?
Yani Sayın Erdoğan, Davutoğlunu getirmekle hata mı yaptı? peki Davutoğlu kimdi? Hem Sayın Abdullah GÜL'ÜN hem de Sayın ERDOĞAN'IN Dışişleri Bakanlığını yapan Sayın Davutoğlu değil miydi? Peki demiyor muyduk onun için partinin akıl hocası. Peki ne oldu da onunla olmuyor fikrine varıverdik?
Yukarıda değindiğimiz gibi, Sayın Erdoğan sonrası Genel başkanlık elbette kolay oyalayacak bunun bilincindeyiz. Ancak iki de bir sahaya Erdoğanı sürmek kolaycılık olduğu gibi hem Erdoğan'a haksızlık ve hem de Davutoğluna büyük haksızlıktır.
Davutoğlu, bir Erdoğan olmadığı gibi, Erdoğan da bir Davutoğlu değildir. Her ikisinin benzer özellikleri olduğu gibi, apayrı özellikleri de vardır. İşte akıllı insan ya da topluluklar muhataplarının benzer ve farklı yönlerinden yararlanmasını bilen insanlardır.
Sayın Erdoğan, müthiş bir tarih ve kültür idraki olan, bu coğrafyanın dilini kültürünü ve medeniyet bilincini en iyi idrak eden,hem batıyı hem de doğuyu çok iyi tanıyan bu anlamda da ender yetişen ve bazı özellikleri de Allah vergisi olan Sayın Davutoğlu'nu Partinin başına getirerek aslında çok müthiş bir ders verdi siyasetle uğraşanlara. AYNI ZAMANDA SAYIN ERDOĞAN KEMDİ DEHA VE BASİRETİNİ DE BİR KEZ DAHA GÖSTERMİŞ OLDU DAVUTOĞLUNU GETİRMEKLE.
Evet, bu topraklarda yıllar yılı düşünen, kafa yoran ve okuyan bir siyasetçi profilinden ziyade, daha çok hamasi nutuklar atan, bağırıp çağıran siyasetçiler gündemi işgal etti hep. En çok bağıran, en çok sesi çıkana yaşa varol dedi bu millet ya da dedirtildi. Peki ne konuştu, içeriği neydi, verdiği mesajlar ne anlam ifade ediyor diye sorulduğunda ise hiç kimsenin söyleyecek bir cevabı yoktu. Çünkü verecek bir cevap yoktu.
Benim işçim, benim çiftçim sloganıyla bu memlekette 40 yıllık söz sahibi olanlar oldu. Evet Sayın Davutoğlu bir siyasetçiden de öte, bir ilim adamı, düşünür; kısaca bir filozof tu. Bu durum ise siyasette ya da siyasi arenada tarihte ender rastlanılan bir olaydı. Çünkü filozoflar, düşünürler hem kendi devirlerinde anlaşılmamışlar ve hem de siyasetle aralarına hep mesafe koymuşlardır.
Sayın Davutoğlu da aslında siyasetle arasına hep mesafe koymak istedi. Çünkü ilim ve talebe yetiştirmekle çok daha kalıcı olunacağını, siyaset aracılığıyla yapılanların belli bir dönem sonra gündemden düşeceğinin bilincindeydi. Ancak kader onu ne kadar kaçsa da siyasetin öznesi yapıvermişti.
Bir insanın kimlik ve kişiliğini onun söz ve davranışları ele verir. Sayın Davutoğlu'nun 7 Haziran yerel Seçimleri öncesi gençlerle buluşmasında verdiği mesajlar ve söyledikleri adeta tarihten günümüze damla damla süzülüp gelen, insanlığın geleceği ve onurunu ayağa kaldıracak sözlerdi. Peki neydi o sözlerin bir kısmı?Diyordu ki Sayın Davutoğlu :"İNSANLIĞIN KADERİNDEN BAĞIMSIZ BİR TÜRKİYE KADERİ OLAMAZ, AMA TÜRKİYENİN KADARİNDEN BAĞIMSIZ VE AYRI İNSANLIK KADERİ DE OLAMAZ." Bu cümle o kadar büyük manalar içermektedir ki!
Bizim gibi okumayan, ya da az okuyan, hamasi nutuklarla yetişmiş, söylenen sözün içeriğinden ziyade söyleniş şekline odaklanan toplumlarda " FİLOZOF BAŞBAKANI" HEM ANLAMAK VE HEM DE TAŞIMAK KOLAY DEĞİLDİ ELBETTE.
Nasıl olsa kolaycılığa alışmıştık. Sıcak odalarımızda televizyon karşısında çekirdek çıtlatırken Sayın Erdoğan çıkacak,"WAN MİNUT" diyecek, biz de bağıracağız, sıcacık koltuğumuzdan zahmet olmazsa fırlayıp " YAŞA VAROL " diye.Alışmıştık ne de olsa hazırcılığa.
Hep kahramanlığı yukarılardan bekledik. Biz aşağıdakiler olarak hiç mi hiç risk almayı, elimizi taşın altına koymayı göze alamadık. hem korkaktık ve hem de samimiyet noktasında soru işaretleri vardı.
Onun için de adım adım Muğla'yı ve Muğla seçmenini CHP nin kucağına itiverdik. 14 yıldır şu Muğla'daki rezaletler dizisine bakar mısınız. Üç kazın teslim edilemeyeceği tiplere nereleri vermedik ki!
Yalan ve riyayı bir libas gibi kendine örtü edinen tosuncukları görmedik mi Allah aşkına?
Eğer bu millet , 2. Murattan sonra adam yok fikrine kapılsaydı, Fatih olmaz ve İstanbul Fetih edilmezdi. Ya da Yavuz Selimden sonra adam gelmez artık düşüncesine kapılsaydık, Muhteşem Süleyman olmazdı.
Kurumsallaşamamış yapılar kahramanlığı hep tek bir adamdan, liderden beklerler. Yani hazırcıdırlar. Sayın Erdoğan'ın " Ben de bir faniyim ve insanların davalarını fanilere bağlamaması gerekir.Bu sebeple bu benim değil, milletin davasıdır" sözü ne kadar da isabetli ve muhteşem bir tespittir.. Peki ne oluyor da çizginin dışına çıkıveriyoruz?
Ortadoğu'ya birilerinin bataklık diye baktığı bir dünyada başka birileri yani Sayın Davutoğlu " Ortadoğu bataklık değil, vicdan ve insanlığı ayağa kaldıran aziz vahyin merkezidir" diye bakıyorsa bu bakış muhteşem bir bakıştır.
Eğer Ak Parti teşkilatları kıymetini bilirse, Sayın Erdoğan onlara, medeniyetimizin canlı mirasını, hem Doğuyu ve hem de Batıyı en iyi bilen ve mukayese edebilen birini, kitaplarla haşır neşir olmuş, filozof bir şahsiyeti, Sayın Davutoğlu'nu emanet etti. Bu da Sayın Erdoğan'ın ayrı bir dehasıydı.
Evet, Ak Parti teşkilatları akıllarını başlarına almaları gerekir ve hem Sayın Erdoğan'a hem de Sayın Davutoğlu'na haksızlık etmemeliler.
Bizden söylemesi.
Sağlıcakla kalın değerli okurlar.
Av. ramazan YILDIRIM