İKTİDAR VE BASIN KAVGASI, PEKİ KİM HAKLI?
Değerli okurlar, Mayıs Ay'ı ,özellikle son haftası, çok
hayati olayların yıldönümü aynı zamanda. Bir tarafta İstanbul'un Fethinin
yapıldığı Ay olması, diğer tarafta, demokrasi tarihimize kara bir leke olarak
geçen 1960 ihtilalinin yapıldığı ay olması.
Bir tarafta İstanbul'un Fethinin
gerçekleştiği bir ay, diğer tarafta 27 Mayıs 1960 ihtilalinin yapıldığı bir ay.
Durum böyle olunca, yazı yazacaklar için bir hayli bol malzemesi olan bir ay olsa
gerek. Biz kısaca iki konuya da yani hem İstanbul'un fethine ve hem de 27 Mayıs
1960 ihtilaline yazımızın sonunda değineceğiz, ama öncelikle geçen haftadan
yarım bıraktığımız basın iktidar ilişkilerine kaldığımız yerden devam edelim.
Değerli okurlar, geçen haftaki
yazımda, gerek tek partili ve gerekse çok partili dönemde iktidar ve basın
ilişkilerini kısmen de olsa özetlemeye çalışmıştım. Özellikle kısmen diyorum;
zira Özal sonrası basın iktidar ilişkileri üzerine değinmemiştim çok fazla.
Tabi ki, basın iktidar ilişkilerini değerlendirirken özgür
ve objektif bir basının bir ülke için ne kadar önemli olduğunun bilinciyle bu
yazılarımı kaleme alıyorum.
Özgür ve tarafsız bir basın, bir
toplumun nefes alma kanallarıdır adeta. Tarafsız ve objektif medya sayesinde
ülkemizde ve Dünya'da olup bitenleri öğrenir ve yine o aldığımız haberlere göre
fikir ve strateji üretiriz. Ülkelerinde ve Dünya'da olup bitenler hakkında
sağlıklı bilgi alamayan ve aralarında sağlıklı bilgi akışı olmayan bir milletin
fertleri de sağlıklı bir gelecek inşa edemeyecekleri gibi, her türlü
yönlendirme ve operasyonlara da açık olurlar. Millet olarak bizler ve İnsanlık
tarihi bunun sayısız Örnekleri ile doludur.
Basının, kısaca medyanın iktidarlar üzerindeki en bariz ve
dramatik etkisine dair, yakın tarihimizde en somut örnekler 28 Şubat ve hemen
öncesine dair olup bitenlerdir.
Kısaca olup bitenleri şöyle bir
hatırlayalım: Refah-Yol Hükümet'ini devirmek için atılan o manşetleri,
Sincan'da yürütülen tankların, nasıl da basın tarafından hangi algıyı
oluşturmak için ne şekilde kamuoyuna servis edildiği, çıkan haberlere göre,
sonraları bir uyuşturucu üreticisi olduğu öğrenilen Ali Kalkancı'nın Şeyh diye
yutturulup nasıl da Islami kesim aleyhine kullanıldığı, yine basında çıkan
haberlere göre, bir konsomatris olduğu sonradan öğrenilen ve kullanılmaya
elverişli, hal icabı sonradan örtünen Fadime Şahin'in Aczimindi Şeyhi Müslüm
Gündüz üzerine salınması ve Basının bu olup bitenleri hem Islami kesim ve hem
de Refah-Yol Hükümet'i aleyhinde kullanması.
Yine yaz Kur'an kurslarında okuyan öğrencilerle ilgili ya da
bazı öğrencilerin namaz kılmaları ile ilgili görüntülerin, operasyonlarına
malzeme olması için nasıl kullanıldığı.
Pijamayla başbakan karşılanması,
atılan manşetlerle insan hayatının hiçe sayılarak karartılan hayatlar, bir
bakan ile meşhur bir köşe yazarı arasında geçtiği iddia edilen konuşmalar. Bir
gazeteci ile, bir bakan arasında geçtiği iddia edilen kağıt karton pazarlığı ve
daha neler neler.
Meşhur bir gazetecinin adeta bir bakana talimat verircesine,
"Başbakana ana avrat küfret, ondan sonra en iyi sen olursun" tarzı
telkinleri.
Özellikle kamuoyunu irtica paranoyası ile korkutup sağ
iktidarların üzerine medya ayağıyla gidilmesi, kısaca medya ayağıyla hep
topluma korku pompalanması.
Elbette ki, medyanın günahı
yukarıda saydıklarımızla sınırlı değildi. Kısaca medya bu ülkede ya attığı
manşetlerle iktidarları devirdi ya da iktidarları hizaya getirdi. Medyanın bu
etkisinden de kurtulmak hemen hemen nerede ise imkansız gibi bir şeydi o
zamanlar. Çünkü bu ülke ve kamuoyu üzerinde inanılmaz bir güçleri vardı.
Basının attığı manşetlerle bu ülkede kendi hesabına hangi
kazanımları elde ettiği, ya da bu ülkeye neler kaybettirdiği apayrı bir yazının
konusudur.
Neden Sayın Erdoğan ile Doğan
Medya grubun arası bir türlü düzelmedi ya da iyi gitmedi? Taraflar arasındaki
asıl sorun nedir?
Yukarıdaki sorduğumuz sorunun net bir cevabını bilmemekle
birlikte, acaba Aydın Doğan bu ülkedeki basın ve yayın faaliyetlerini sadece
kendi adına mı yürütmektedir? Acaba Hürriyet gazetesi gibi bu ülkede çok
stratejik bir görev ifa eden bir gazete Doğan grubuna satılırken bizim
bilmediğimiz başkaca pazarlıklar yapıl da mı? Sahi Aydın Doğan Medyası gezi
olaylarının neresinde idi? Gezi olayları Almanya için ne ifade ediyor? Aydın
Doğan'ın Alman Şirketleri ile ekonomik ortaklıkları var mı, varsa hangi
konularda?
Neyse devam edelim, basın
geçmişten kalan, yukarıda saydığımız alışkanlıklarını günümüzde de devam
ettirmek istemiştir; yani Ak Parti döneminde de. Aslında basın ile Sayın
Erdoğan kavgası ya da iktidar ile basın kavgasının asıl sebebi, bazı basın
kuruluşları ve onların medya patronlarının eski alışkanlıklarını devam ettirmek
istemeleri, yani iktidarlara ayar verme ve hizaya getirme hevesleridir. Ak
Parti'nin ise Basının attığı Manşet ve haberlerle kendilerine Yön ve istikamet
çizilemeyeceğinin bilinmesini istemesi idi.
Nitekim Sayın Erdoğan, Doğan
grubunun patronu Aydın Doğan ile yaptığı bir görüşmeyi anlatırken, Aydın Doğan
bana gelerek, " ben Sayın Demirel'le de çalıştım. Ben, Tansu Hanımla da
çalıştım. Özal'la da çalıştım. Sayın Özal, medyayla da olmaz onsuz da olmaz,
bana bunu söyledi. Tansu Hanım zaten bizlerle baş edemedi.' Dedim ki ben Doğma
büyüme Kasımpaşalıyım. Bunları anlatınca ben, kendisine o zaman şunu söyledim:
' Aydın Bey, ben Doğma büyüme Kasımpaşalıyım. Şunu bilmeni isterim. Bizim
Rabbimize verilecek bir borcumuz var, can borcumuz. Onun vakti saati, onda
bellidir. Ama şunu bilmeni isterim. Hakkın olanı her zaman alırsın, ama hakkın
olmayanı bizden öncekilerden aldığın gibi bizden alamazsın. Bunu bilmen lazım.'
Ne kadar enterasan bir diyalog
değil mi? Bir tarafta Çillerin kendisi ile baş edemediğini söyleyen ve üstü
örtülü hükümete aba altından sopa gösteren medya patronu, diğer tarafta ise,
ancak hakkın olanı alırsın, bizden öncekilerden aldığın gibi hakkın olmayanı
bizden alamazsın diyen bir başbakan.
Peki daha önceki iktidarlardan hakkı olmayan bir şey almış
mıydı Aydın Doğan? Aldı ise nelerdi o aldıkları?
Acaba İktidar ile Doğan kavgasının asıl sebebi bir tarafın
hakkı olmayana da sahip olmak istemesi, iktidar kanadının ise hakkı olmayanı
vermek istememesinden mi kaynaklanmakta?
Evet mesele işte tam bu noktada idi yani Basın Medya Hakkı
olanı mı alacaktı yoksa hakkı olmayana da talip mi ocaktı geçmiş dönemlerde
olduğu gibi.
Bir tarafta "hakkı olmayana
da talip" ve "eski alışkanlıklarını" devam ettirmek isteyen bir
medya, diğer tarafta ise ancak hakkı olanı vermeye razı bir iktidar. Kim
"HAKLI"sorusunu bile sormak herhalde fazlalıktan bir soru olacaktır
herhalde.
Evet Doğan Medya bu sefer sert bir kayaya çarpmıştı. Bir
taraftan hakkı olmayanı isteme cesaret ve yüzsüzlüğü, diğer tarafta hakkından
fazlasını vermem diyen bir iktidar.
Anlaşılan o ki, 'benim cenazemi kiliseden kaldırın' diyen
Ertuğrul Özköklü Hürriyet hükümete bir hayli diş bilemişe benziyor. Tabi ki
bana neden cenazemi Kiliseden Kaldırın diye vasiyet ediyor Ertuğrul ÖZKÖK diye
sormayın, ama yine de ben size söyleyeyim. Bunun cevabını bilmemekle birlikte
tahminimce Kilisede Rahip Cemaata ' MEVTAYI NASIL BİLİRDİNİZ' diye sormasa
gerek. Biz de öyle mi İmam Efendi soruyor Cemaata " merhum ya da merhumeyi
nasıl bilirdiniz' diye.
Gazetesinin Ahmet KAYA hakkında
" VAY ŞEREFSİZ" diye Manşet attığı Ertuğrul ÖZKÖK için acaba cemaat
ne der acaba öldüğünde? Herhalde Sayın ÖZKÖK işi riske atmak istemedi de
Kiliseden cenazesinin kaldırılmasını istedi. Zira attıkları manşetlerle öyle
günahlara ortak oldular ki!
Evet malum zihniyet özledi o günleri" vay
şerefsiz" , bir komutan dedi ki, "gerekirse silah kullanırız"
üst rütbeli isminin açıklanmasını istemeyen bir komutan dedi ki, türü
manşetleri özlediler, bizimkiler.
Evet eskiden genç subaylar rahatsız olurdu. Şimdi devir
değişti. Medya Patronu ya da patronları rahatsız artık.
Savaş çok çetin ve acımasız. Bir tarafın muhakkak
kaybedeceği bir savaş. Yani varlık ve yokluk savaşı. Bu çetin Savaşlar geçmiş
dönemlerde yaşandı ve çok acı faturalar ödedi bu millet.
Allah'ın bu milleti bir daha o günlere döndürmemesini
temenni ederiz. Çünkü Milletçe çok büyük faturalar ödedik ve ödemeye de devam
ediyoruz.
BİR KAÇ CÜMLE DE FETİH VE 27 MAYIS 1960 İHTİLALİ HAKKINDA
İstanbul'un Fethi ile ilgili onlarca kitap yazılmış ve belki
de binlerce makale kaleme alınmıştır. Biz Fethin nasıl yaıldığı, sebepleri ve
sonuçları ile ilgili uzun uzun yazacak değiliz. Zaten o konularla ilgili bir
sürü yazılan eser var.
Bize göre Fethin çok önemli dikkat çeken iki özelliği var.
Birincisi 21 Yaşında genç bir delikanlı. Şöyle etrafımıza ya da kendi
gençliğimize bir bakalım. Akıl alacak bir Hadise değil, günümüz şartlarında.
Şimdiki gençliğin uğraşı alanı ve 21 Yaşında Fethi gerçekleştiren bir genç
komutan.
Diğer yönü ise, günümüz moda Sloganı bizden adam olmaz denen
bir milletin atalarının geçmişte nelere imza attıkları ve neleri başardıkları.
Rahmetli Menderes'in idamında en dikkat çekici nokta aslında
1940 ile 1950 arasındaki ABD'ne eğitim için gönderilen bizim çocukların
geldiklerinde ihtilal yapmalarıdır. Yani ihtilalin ayak sesleri bir hayli
uzaktan geliyordu.
Hoşçakalın değerli okurlar
Av. Ramazan YILDIRIM