GERÇEK ANLAMDA KAVGANIN TARAFLARI KİM? BASIN KAÇINCI KUVVET?
Ülkemizde, çok partili hayata geçildikten sonra basın ile iktidar arasındaki ilişkiler hep sorunlu olmuştur; en azından uzun vadede. Zaten tek partili dönemde yani CHP'li dönemlerde basın iktidar ilişkilerinin nasıl olduğu konusunda bir değerlendirme yapmaya gerek var mı ki!
Yine de biz, tek partili yani CHP'li dönemlerde basın iktidar ilişkilerinin nasıl olduğuna dair iki olayı anlatarak, o dönemin basın iktidar ilişkilerini özetlemeye çalışalım.İlk olayımız şu şekildedir: Cumhuriyet gazetesi, Gazi Mustafa Kemal'in İstanbul'a gideceğini haber yapar, haberi de sürmanşetten verir. Ancak " GAZİ HAZERATI İSTANBULA GİDİYOR" yazacağına " GAZİ HAŞERATI İSTANBUL'A GİDİYOR" yazar. Sabah olunca gazeteyi eline alan Yunus Nadi bu feci yanlışlığı farketmiş ve Atatürk'le konuşmak için bütün yakınlarını devreye sokmuş. Nihayetinde utana sıkıla , tir tir titreyerek Atatürk'ün karşına çıkıp birşeyler söylemeye çalışıyor ama bir türlü de söyleyemiyormuş. Atatürk'ün ısrarı üzerine zor bela derdini anlatmış.
Atatürk son derece sakin ve babacan bir tebessümle; " Haydi haydi üzülme ...Anlaşılıyor ki senin gazeteni, musahhihler ( Yazım hatalarını düzelten) okumuyor" demiş.
Yine Yunus Nadiye atfedilen ikinci olayımız da şu şekildedir: Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras bir ziyaret için Moskova'ya gider. Yine sürmanşetten Cumhuriyet gazetesi haber yapar: Tevfik Rüştü, Moskova'ya uçtu diyeceğine, TEVFİK PUŞTU MOSKOVA'ya uçtu; diye manşet atar. Sabah olunca gazetesini eline alan Yunus Nadi yanlışlığı farkeder ve " Eyvah yandım bu sefer diyerek" apar topar Çankaya'nın yolunu tutar.
Utana sıkıla kıpkırmızı vaziyette binbir özürle yanlışlığı anlatmaya çalışır. Atatürk yine sakin bir vaziyette bu sefer: " ÜZÜLME BE ÇOCUK YANLIŞLIKLA DOĞRUYU SÖYLEMİŞSİN" der. İlk fıkrada " ANLAŞILAN SENİN GAZETENİ MUSAHHİHLER BİLE OKUMUYOR" diyen Atatürk bu sefer: "Üzülme be çocuk sen yanlışlıkla doğruyu söylemişsin" der.
Tek partili dönemde basın iktidar ilişkilerini iki olay ile özetlemeye çalıştıktan sonra şimdi de çok partili hayata geçtiğimiz 1950 lerden sonra basın iktidar ilişkilerine bir gözatalım.
Rahmetli Menderes'in basınla arası hiç iyi olmadı. Basın zaman zaman o kadar çok üzerine gitti ki... Basının Menderes'in üzerine gitmesi ' Menderes'in Basının beklentilerini karşılamadığı için mi yani basın ya da onun sahipleri ya da basının arkasındaki bilinen ya da bilinmeyen güçler Menderes Hükümet'inden bir beklenti içinde idiler de, o beklenti gerçekleşmeyince mi Menderes'e acımasızca saldırdılar yoksa basın başkaca güçlerin taşeronluğunu mu yapıyordu bu durumu tam kestirmemiz mümkün değil en azından şu anda.
Nasıl ki bir zamanlar zamanın basını rahmetli İkinci Abdülhamite Kızıl Sultan yakıştırması yapıp, öğrencileri " Haliç Köprüsünden denize attırdığı " iftirasına maruz kalmışsa, Rahmetli Menderes de " Üniversite öğrencilerini kıyma makinesinde doğrattı" iftirasına maruz kalmıştı.
Rahmetli Ali Fuat Başgil Hoca, Menderes'i eleştirirken, kendine ait bir basın oluşturmamasından bahseder ki bu eleştiri son derece yerinde bir eleştiridir. Ali Fuat Başgil bu eleştirisinde O kadar haklıdır ki; 1960 ihtilaline giden yolları adım adım açmıştır zamanın basın ve yayın organları.
Nitekim 1960 ihtilalini yapan askerlerden biri, yanlış hatırlamıyorsam o zamanın Akis dergisinin ihtilaldeki rolünü anlatmak için : " onlar yazdı biz oynadık" diyecektir. Yani senaryoyu basın yazdı biz de oynadık anlamında.
Demirel iktidarları döneminde basınla ilişkisinin nasıl olduğuna dair çok fazla bir bilgim yok. Zannedersem Ilıcakların Tercüman gazetesi ile, Türkiye Gazetesi destek veren gazeteler olmakla birlikte hizadan çıktığında ise hizaya getirecek epeyce bir medya vardı karşısında herhalde. Nitekim bir çok kez de hizaya geldiği ya da getirildiği zamanlar olmuştur.
Rahmetli Özal ise, basınla başı çoğu zaman dertten kurtulamamıştır. Hele hele Hürriyet gazetesi ile giriştiği kavga ya da Erol Simavi'nin Hürriyet gazetesinin Özal'a açtığı savaş tam bir iktidarı indirme savaşıydı.
Hürriyetin sahibi Simavi ile Rahmetli Özal'ın arasının açılmasından sonra, Özal'la ilgili attığı başlıklar ilginçti. Kalp ameliyat-ı sonrası Özal'da bazı değişimlerin olduğu vb gibi.
Rahmetli Özal Basının rolünü bildiği için Özel televizyonların açtı. İlk özel televizyon yayıncılığı onun zamanında başladı.
Rahmetli Özal, şüpheli bir şekilde ölünce, Erol Simavi apar topar Hürriyet Gazetesini satıp İsviçre'ye yerleşti ki; gidiş zamanının Özal'la kavgalı olduğu ve Özal'ın Ölümüne denk gelen bir zaman dilimi olması nedeniyle, Simavi'nin gidişini, KULAĞI DELİK OLANLAR ve KOMPLO CULAR! çok manidar bulurlar. EVET KULAĞIMIZ DELİK OLMAMASINA VE KOMPLO TEORİSYENİ DE OLMAMAMIZA RAĞMEN BIZE GÖRE DE EROL SİMAVİ'nin HÜRRIYET-İ APAR TOPAR AYDIN DOĞANA SATARAK YURT DIŞINA ÇIKIŞ ZAMANLAMASI ÇOK MANİDARDIR.
Neden bunları anlatma ihtiyacı duyduğum konusuna gelince yazımızın başlığından da anlaşılacağı üzere kamuoyunda sanki bir hükümet Aydın Doğan kavgası ya da Sayın Erdoğan ile Aydın Doğan kavgası varmış gibi bir algı oluşturulmaya çalışılmaktadır.
Gazetelerinde ilk önce DAVUTOĞLU'na cevap yetiştirmeye çalışan Doğan bu sefer de Sayın Erdoğan'a gazetelerinin ilk sayfalarında " Bizden ne istiyorsunuz Sayın Cumhurbaşkanı" diyerek cevap yetiştirmeye kalktılar.
Peki gerçekten Sayın Cumhurbaşkanı ne istiyordu Aydın Doğandan? Kavganın ya da tartışmanın ilk başlangıcını bir hatırlayalım: Mısır'ın seçilmiş Cumhurbaşkanı'na darbeci Sisi kuklası mahkeme idam cezası verince, Hürriyet'in internet sayfasında idam olayı haber yapıldı.
İdam olayının haber yapılması gayet normal de haberin yapılış Şekli çok ilginçti. İddiaya göre Sayın Erdoğan'ın resmini koyarak yanına : Dünya şokta %52 ye idam kararı.
Sayın Erdoğan da HAKLI olarak : " Ne demek istiyorsunuz beni idamla mı tehdit ediyorsunuz" diyerek tepki gösterdi ve tartışma da alevlenmiş oldu.
Geçmiş dönemlerde zannedersem Erol Simavi olacak yasal kuvvetleri kastederek Yasama, yürütme ve Yargıdan sonra dördüncü kuvvet medya sayıldığı için : " Medyayı dördüncü kuvvet derler, medya birinci kuvvettir" demiştir.
Aslında haksız da sayılmaz Simavi bu görüşünde. Nasıl mı?
Bu ülkede iktidarları dizayn ve hizaya sokma ya da kontrol altında tutma anlamında Basının çok önemli işlevi olduğu gibi, ya da basına çok önemli görevler verildiği gibi, bir de yetki ve sorumluluklarını Anayasadan alan yargı organları da mevcuttur.
Bir zamanlar Anayasa Mahkemesinin, Danıştay'ın ya da Yargıtay'ın bu anlamda yani seçilmiş iktidarları hizaya sokma ya da tedip etme anlamında nasıl da birbirleri ile yarıştığı konusunda henüz daha hafızalarımız tazedir.
Ordunun iktidarlar üzerindeki vesayetçi tutumunu ise gözardı etmiyorum. Yargı organlarının yetmediği ya da yetişemediği durumlarda devreye 'ORDU' girmiştir.
Aslında hem yargının ve hem de ordunun ' Anayasadan aldıkları yetkileri kullanırken iktidarlar üzerindeki vesayetçi tutumlarını devam ettirmelerinde ve pekiştirmelerinde Basının inanılmaz destek ve teşvikleri olmuştur!
Peki Aydın Doğan Medya'sının sayın Cumhurbaşkanı'nın ve Sayın Başbakan'ın şahsında bu derece Ak Partiye kin ve nefretle yaklaşmasının nedeni nedir? Ya da Doğan ve Medyası bu konuda yalnızlar mı acaba?
Gerçekten görünen haliyle ortada Ak Parti ile Doğan Medya savaşı mı ya da Sayın Erdoğan ile Aydın Doğan Medyası savaşı mı var?
Veyahutta Savaş'ta görünen aktörlerin gerisinde Devlet ile başka bir gücün savaşı mı var? Varsa böyle bir güç, o güç kim?
Türkiye' de geçmiş dönemlerde kim ya da kimler kimin için taşeronluk vazifesi yaptılar? Bu vazifeleri bitti mi, yoksa devam mı etmekte? Ya da taşeronluk görevini başkaları mı devraldı?
Gelecek haftaya kaldığımız yerden devam edelim.
Sağlıcakla kalın değerli okurlar.
Av. Ramazan YILDIRIM