TEKLİF YAZILARI / MEHMET
UÇAR
(mehmetucarcem@hotmail.com)
MÜSTAKBEL PARALEL YAPILAR
Değerli okurlarım, Nisan ayındaki son MGK toplantısı kararlarına ilişkin
Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Sayın Bülent ARINÇ tarafından yapılan
açıklamaları yakinen takip etme imkânınız oldu mu, bilemiyorum. Eğer öğrenme
fırsatınız olmadıysa biz size bir nebze hatırlatalım, isterseniz: “Legal görünümlü illegal yapılanmalar
adıyla sadece bu cemaatten örgüte dönmüş veya paralel devlet yapılanması
dediğimiz olgu ile ilgili değil. Şu anda mevcudiyeti düşünülebilecek veya
gelecekte de başka cemaatler olabilir, başka sosyolojik birikimler olabilir,
başka yapılanmalar olabilir. Farklı düşüncelere sahip gruplaşmaların adeta
devlete ikinci bir alternatif gibi yapılanması olabilir, bir genel tarif
içerisine sokuldu. Yoksa Fethullah GÜLEN ile ilgili olarak şu örgütün
faaliyetleri veya buna karşı alınacak tedbirler şeklinde münhasıran bir tabir
getirilmedi. Bence doğru olan da budur. Çünkü sadece böyle bir topluluk var, sadece
böyle bir tehdit söz konusu değil bunun benzerleri de bugün vardır."
İnsan, bu sözleri nasıl okumalıyım diye düşünmeden edemiyor doğrusu? Öyle ya, yıllar önce yola çıkarken tamamen 'Kur'an-ı Kerim Hizmeti' sunan tasavvufi
bir ekolün yurtlarını yıkımla işe başlayan bir siyasi hareket, yıllardır kamunun
her alanında iç içe hareket ettiği bir diğer oluşumu bitirmek adına bu kez daha
evvel yanlışlığına defaatle işaret ettiği KIRMIZI
KİTAP'tan medet umar hale gelebiliyor. Tarih,
bir gelişmenin mefulü(etkileneni, mağduru) iken öyle; faili iken ise böyle
davranışları not etmeye devam eden unutmaz ve unutturmaz bir bilgi okyanusudur,
başını kuma gömmek istemeyenlere...
Dindar
insanlarda oluşan endişelerin kaynağını şu cümleyle özetlemek mümkün: Yediği içtiği
ayrı gitmeyen birilerine bir zaman sonra bunu yapabilen bir güç, yarın öbür gün,
her yeri kontrol altına almak için aralarında çok da bir irtibat olmayan
başkaca oluşumlara neler yapmayı aklından geçirmez ki. Dahası, şimdi de bize
gün doğdu, önümüz açıldı, biraz da 'paralellerden'
boşaltılan yerlere bizim arkadaşlarımız gelsin amacıyla elini ovuşturanların
aynı filmin yeni versiyonunda figüran olması mukadder değil midir?
Ben
şahsen yukarıdaki alıntı cümleleri, sadece
paralel yapı olarak adlandırdığımız oluşuma karşı önlem almakla yetinmedik; tüm
dini hareketlerin potansiyel tehlike olabileceğini öngörerek tedbir alma yoluna
gittik; dahası iktidar gibi düşünmeyen ekonomik, dini, sosyolojik potansiyel
arz eden kim ya da kimler varsa onlara karşı da her tür önleyici tedbiri(!)
aldık; şeklinde okuyorum. Açıklamanın satır aralarına bakıldığında başka
tür bir okuma yapabilen varsa onu da can kulağıyla dinlemeye hazırım.
İşin
doğrusu, devlet olmanın gereği olarak milletin ve devletin bekası için gelecekteki
riskleri ve tehditleri hesaba katarak tespit ve analizler yapmak, alınması
gerekli kararları almak, devlet aygıtının temel vazifesidir. Buna kesinlikle bir
itirazımız olamaz; fakat dost/düşman tanımlamasının yapılmasındaki konjonktürel
değerlendirmeleri normal karşılamak zorunda mıyız? Yahut da masum faaliyetleri fevri ve indi değerlendirmelerle dönemsel
düşmanlar safına itelemek gibi bir tarihi icraat gerçekte kime/neye hizmet
eder? Bir tür 'besle ve kurban et'
stratejisi ile yaklaşılan dini oluşumların, mevcut gelişmelerden ders almayıp
da hala doğrudan iktidar üzerinden faaliyetlerini sürdürmek ve kısa sürede
büyümek gibi bir yöntemi tercih etmeleri; inanın, hem anlamada hem de izahta
zorlandığım konulardan...
Uzak
olmayan bir gelecekte pekâlâ, bir iktidar çıkıp da şimdilerde önü açılan bir
başka sivil toplum örgütünü Osmanlıca öğrettikleri için harf inkılâbına
muhalefetten; bir başkasını sus payı verilen gençlik ve izcilik
faaliyetlerinden ya da diğer bir sivil toplum örgütünü düzenledikleri ve iktidarca
da desteklenen yurt içi kültür gezilerden mütevellit, paralel yapı ilan
edebilir. Hiç kimse olmaz dememeli; bu toprakların mayasında hiçbir şeyin garantisinin
olmadığını hatırdan çıkarmamalıyız.
İktidar
ile sivil dini toplum gruplarının ilişkilerinin hangi zeminde olması gerektiği hususunda
kafa yormak, sanırım, yere düşen ve ayağa kalkmaya çalışanlar kadar şu an için zorunlu
işbirlikteliği gereği önlerine açılan düzlükte dörtnala at koşturanların da
görevi olmalı. Bugün mecburiyetten baş tacı edilenlerin, kendilerine olan
ihtiyaç ortadan kalktığında düşecekleri durumu anlamaları için, aynı suda iki
kere yıkanmalarına gerek var mı? Yoksa günün sonunda dönemsel ittifakların,
stratejik ortaklıkların ve cicim aylarının hazan mevsimine dönüşebileceğini
görmek için acep kâhin olmak mı icap ediyor?
İstiklal
Şairimiz Akif'in, "Geçmişten adam
hisse kaparmış... Ne masal şey!/ Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi
verdi?/Tarihi, tekerrür diye tarif ediyorlar;/ Hiç ibret alınsa tekerrür mü
ederdi?" mısraları, 'müstakbel
paralel yapılara' meccanen duyurulur... Sahi, post modern darbenin kudretlileri, nöbeti devrettiklerinden(!)
çok emin oldukları için mi 28 Şubat'ın bin yıl süreceğini ilan etmişlerdi?