TEKLİF YAZILARI / MEHMET
UÇAR
(mehmetucarcem@hotmail.com)
'DİYANET İŞLERİ' MESELESİ
Yakınlarda bir özel televizyon kanalında canlı yayında konuk olan
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Sayın Mehmet GÖRMEZ'i dinlerken bir kere daha kalbi
olarak Hz. ALLAH'a hamd ü senalar ettim. Niye
mi? Niye olacak; dinimi, diyanetimi devlet kurumları üzerinden değil de
halkın bin bir zorlukla dişinden tırnağından arttırarak bizatihi kendisinin
kurduğu ve netameli zamanlarda yaşatmak için fedakarlıklar yaptığı sivil
kurumlar eliyle öğrendiğim için...
İnsan olarak herkesin
kendince bir dini eğitim almışlığı ve meşrebince bir dindarlığı vardır muhakkak.
Naçizane bendeniz de aldığım eğitim itibariyle din eğitimi vermenin salt devlet
kurumlarına ait olmadığının, pekala bağımsız kurumlarca da fevkalade bir din
eğitimi verilebileceğinin en müşahhas örneklerinden biriyim. Hayır, bunu
söylemekle birey olarak ne çok iyi bir din eğitimi aldığımı ne de çok dindar
bir Müslüman olduğumu söylemiş olmuyorum. Kuşkusuz, dini bilgimde de dindarlığımda
da çok eksiklikler var ve bunu birincil ağızdan itiraf etmekte de hiçbir beis
görmüyorum. Ancak, yine de aldığım din eğitiminin bana sağladığı kazanımların en
başında, dinin samimiyet olduğunu fark
etmenin ve onu her ne sebeple olursa olsun dünya menfaati için kullanmanın
mahzurlarını kavramış olmam yatıyor.
Değerli okurlarım, bildiğiniz
gibi ülkemizdeki en sıcak tartışma konusu, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr.
Sayın Mehmet GÖRMEZ'in ismi etrafında yürütülen makam arabası tartışmaları... Emin
olun, fiyatı vergiler dahil bir milyon TL tutarında olduğu iddia edilen araçla
ilgili olarak sayın başkanın esaslı bir yalanlama yapacağını umarak ve ağzından
haberlerin asılsız olduğunu duyacağımı zannederek dikkatle izledim televizyondaki
programı. Siyasilerin dini değerleri hafife alan bazı açıklamalarına karşı
yeterince direnç gösteremeyen bu kurumun başkanını dinlerken ikinci kez sükut-u
hayale uğradım doğrusu. İçimde, böyle mi olmalıydı diyen vicdani bir sesin sızısına,
resmi geçidine şahitlik ettim program boyunca.
Evet, nihayetinde
başkan, gündeme oturan bu makam arabasını mezara benzeterek iade edeceğini
söylüyordu söylemesine. Ancak gerekçesi arabanın lüks olduğu, dindar bir
insanın böyle bir arabaya binmesini onaylamadığı, bu paraların cami yapımı vb. amaçlarla
gariban ülke insanın yardımları şeklinde cuma namazı çıkışlarında zaruri bağış
olarak toplandığı, peygamberimizden başlayarak tüm muteber kanaat rehberleri ve
dini önderlerimizin hususi yaşamına bu tür tartışmaların uymadığı vurgusu değildi.
Bulabildiği gerekçe, bu haberin basında yer alış biçimi ve yer verenlerin
niyeti ile kimlikleri idi. 'Paralel yapı' diye adlandırılan
topluluğun bu haberi yayması, onu arabayı iade etmeye sevk etmiş imiş.
Açıklamalarını üzülerek izledim ki
reis, hala bu değerdeki bir arabaya binmeyi yanlış bulmuyordu. Ben, paralel
yapı sıfat tamlamasıyla maruf yapının ne üyesi ne de sözcüsüyüm; olsam emin
olun açık açık söylerdim. İşin bu boyutunu ilgileri yanıtlayabilir; fakat şahsen
başkanın bu yaklaşımını oldukça sorunlu olarak görüyor ve sırf bu nedenle söz konusu makam arabasına binmesinin binmemiş
olmasından daha yakışıksız bir davranış olmayacağını belirtmek istiyorum.
Yani, bu fiyattaki bir araca binmek aslında doğal ve hakkımdır; lakin tepkilerden
dolayı binmeyeceğim, mealindeki cümle yapılan yanlışı düzeltmiş olmuyor. Tam
tersine devlet eliyle verilen din eğitiminin ve öğretiminin kronikleşmiş bir
hastalığına işaret ediyor; o da böyle bir hatanın zihinde ve kalpte yanlışlığı
idrak edilemedikten sonra davranışlarda terk edilmesinin ne kazancı olabileceği
dilemmasıdır. Bu yaman çelişkiyi ifade eden bazı atasözlerimiz var; ama biz sadece,
bu perhiz, bu ne lahana turşusu,
diyerek diyanet camiasını konu üzerinde düşünmeye davet ve teşvik edelim de
belki bir öz eleştiri müessesesi inşa edilir.
Bu tartışmalardan bir
kere daha anlaşılıyor ki, din eğitimi devlet eliyle verilemiyor. Eğer böyle bir
din eğitimi verilme çabası içine giriliyorsa verilen bu din eğitimi, yalnızca devletin
çıkarına görüp uygun bulduğu, verilmesinde bir mazur görmeyip denetim altına
almayı ittihaz ettiği bir din anlayışı oluyor. Bu yaklaşımın 'devletin dini' olduğunu söylemek için acaba,
şimdilerde suyun gözünde keyif çatan kimi geçmiş 'İslamcı' yazarların makalelerine kadar gitmeye bilmem hacet var
mı? Yaşananlardan çıkarılacak ders, Diyanet İşleri Başkanlığı acilen kaldırılmalı
ve devletin din eğitimi verme girişimlerine son verilerek isteyen her
vatandaşın dinini sivil toplum örgütleri mesabesinde rol üstlenen ekollerden öğrenmesinin
önü açılmalıdır. Yoksa son yıllarda acı bir şekilde tecrübe ediyoruz ki, daha
uzunca süre, dinin, hem devletleşen kliklerce sömürülmesine ve bir şekilde dünya
menfaatleri için istismar edilmesine hem de dinin birleştiriciliğinden uzaklaşılarak
öldürücü bir silaha dönüştürülmesine mani olamayacağız. Herkese, 'Leküm dinüküm veliye din!' ayetinin
nüzul sebeplerini düşünmeyi teklif ediyorum!..